Utkan Uğur

Tarih: 25.11.2025 14:07

Selçuklu Tarihi İle İlgili Neler Yapılabilir?

Facebook Twitter Linked-in

Ülkemizde tarihle az çok uğraşan herkes, tarihimizin başlangıcında milat alınan dönemlere ait sonsuz tartışmalar olduğunun bilincindedir. 

 

Kimileri tarihimizin başlangıcında İslâmiyet'e geçişimizi neredeyse milat sayarak İslâm öncesi süreçleri çok kayda almaz. Kimileri Anadolu'da var olmaya başladığımız süreçleri esas alır. Ama şurası gerçektir ki tarihimizin başlangıcıyla ilgili halen daha bir düşünce birliğine vardığımızı söylemek çok zordur. Üstelik bu hakikat sadece günümüzde değil, Osmanlı döneminde de aynen geçerliliğini korumuştur. 

 

Mazideki tarih görüşüne bakacak olursak mesela XV. yüzyılda, bizde belirli bir tarih görüşü vardı: Türk tarihinin en eski çağları olarak Oğuz Han destanından bahsolunur, sonra pek kısa bir Selçuk tarihi anlatılarak Osmanlılara geçilirdi. Böylece eski tarihçiler Osmanlıları daha mühim ve üstün tutmakla beraber, Türk tarihini bir bütün halinde gözden geçirirlerdi.

 

Fakat bu tarih görüşü köklenmeden baltalandı. Hele, Hoca Sadeddin gibi bir müverrihin, eserine doğrudan doğruya Osmanlılarla başlamasından sonra, bizim için Türk tarihi sadece «Osmanlı tarihi» olarak kaldı. Ve daha önceki Türklerden, az veya çok, yabancı milletler gibi bahsedilmeye başlandı.

 

Dahası bir zamanlar okul kitaplarında millî tarihimiz Hicrî 699 daki "İstiklâli Osmânî" ile başlardı. 

 

XIX. Yüzyılda Müşir Süleyman Paşa ile başlayan tepki, bu yanlış görüşü sarsmaya başladı. Varlık ve başlangıcımızın Osmanlılardan daha ilerde olduğu anlaşıldı. Neticede Osmanlı öncesindeki tarihsel sürecimize de ışık tutulmaya çalışılsa da bunda da çok çok 1071 Malazgirt Savaşı'na kadar gidilmiştir. 

Umûmî Türk tarihini de, günümüz Türkiye tarihini de ele almada Osmanlı'yı anlaşılmaz bir inatla milat görmeye karşı Türkiye tarihinin yalnız Osmanlılardan ibaret olmayıp Selçuklulardan başladığını Osmanlı Meb'usan Meclisi'nde bir nutukta söyleyen ve bu fikri ilk defa ortaya atan merhum profesör Rıza Nur, Millî Mücadele sonrası yayınladığı 12 ciltlik Türk Tarihi'nde, Türkiye tarihini Selçuklular, beğlikler, Osmanlılar diye üç ana bölüme ayırmaktadır ki, onun bu sınıflandırması birçokları tarafından kabul olunmuştur.

Başka bir tarihçi ise, Türkiye'de sırasıyla, Dânişmendli, Selçuklu, Karamanlı, Osmanlı hegemonyalarının bulunduğunu söylemektedir. Bu fikre göre Anadolu'daki Türklerin Horasan'daki Büyük Selçukoğulları Devleti'yle bağlantısı yoktur. 

Bir defa şu hususun altını çizmekte fayda vardır ki nasıl tarihte Haçlılara karşı cenk etmiş ulu Türk hakanı Nûreddin Mahmud Zengi nasıl himayesine alıp yetiştirdiği Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi'nin gölgesinde kalmış ve umûmî tarihteki kıymet-i harbiyesi yeterince anlaşılamamış ise aynı durum Selçuklular adına da geçerlidir. Maalesef Selçukluların da tarihteki ehemmiyeti doyurucu biçimde anlaşılamamış, bu kadim hanedan Osmanoğulları’nın gölgesinde kalmıştır. 

Ne acıdır ki bugün birçok insan Selçukluları yalnızca “Malazgirt ve Atabeyler” ile hatırlamaktadır. 

Halbuki Selçuklu dönemi, hâlâ tam olarak keşfedilmemiş geniş bir arşiv, kitâbe, sikke, mimarî, yazma eser ve kronik malzemesine sahiptir ve aydınlatılarak gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir. 

Yani ezcümle tarihimizin medar-ı iftihar süreci diyebileceğimiz Selçukoğulları Devri, yüzeysellikten kurtarıp derinlikli tarih bilinci çerçevesinde anlaşılmayı dört gözle beklemektedir. 

Bir de şunu es geçersek meselenin önemini kavramamız güçleşecektir. 

 

Bir defa Selçuklu tarihi, Türk tarihinin Osmanlı öncesi en parlak evresidir ve nitekim Osmanlı’nın da büyüyerek 3 kıtada hakimiyet kurmasına olanak sağlayan adalet, istişare kültürü, ilme verilen önem, hoşgörü ve siyasi ahlâk gibi pek çok değerin Horasan’da devletleşmiş olan Selçuklular döneminde güçlü şekilde ortaya çıkmıştır. 

Kısacası Devlet-i Âl-i Osman'ın üzerine sağlam bir şekilde bastığı zeminin oluşumunda büyük ölçüde şüphesiz Devlet-i Âl-i Selçuk'un imzası yer almaktadır. Yani Osmanlı bahçelerinde açan bütün çiçeklerin tohumlarını Selçuklular ekmiştir. 

Tarihi böyle bir süreklilik ve devamlılık içinde ele almadığımız takdirde, fikir ufkumuzda kopuş ve dağılışların ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

Yani Selçukluları küller altından çıkarmak, Osmanlıların büyüyüp gelişerek bir cihan medeniyeti inşa etmesinin altında yatan sırrın daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyacaktır. 

Fakat şunu göz ardı etmemeliyiz ki Osmanlı’yı büyüten ve yücelten adalet, istişare kültürü, ilme verilen önem, hoşgörü ve siyasi ahlâk gibi pek çok değerin Selçuklu döneminde yerleşik hale geldiği bir hakikattir. Bu hakikati idrak etmeden Horasan'da tomurcuklanan Selçukoğulları'ndan Viyana'nın kapısından dönmüş Osmanoğulları’na giden süreci tam olarak çözümleyemeyeceğimiz aşikardır. 

Bu bağlamda Selçukluların ortaya koyup yerleştirdiği, Osmanlıların da büyüyüp gelişmesini borçlu olduğu adalet, istişare kültürü, ilme verilen önem, hoşgörü ve siyasi ahlâk gibi değerler üzerine geliştirilen projeler, özellikle gençlerde tarihsel kimlik ve aidiyet duygusunu kuvvetlendirir.

Öyle çünkü tarihsel kimlik ve aidiyeti unutmamak, milletleri ruhlandırmak, inançlarını berkitmek için şarttır. Macarlar 1926’da Mohaç bozgununun 400’üncü yıl dönümünde büyük bir tören yapmışlardı. Biz ise 1953’te İstanbul fethinin 500’üncü yıl dönümünü kepaze ettik. Komşu Yunan gücenmesin diye töreni sönük göstermek için ne lâzımsa yapıldı. Halbuki Bizans, biyolojik olarak Helen/Yunan bile değil ama Yunan halkı Bizans'ın mirasına sahip çıkıyor. Fakat bizde milletimizi ruhlandırmak ve milletimizin inancını berkitmek için ne kadar gayret var orası tartışmaya açık.

İstanbul fethinin 500’üncü yıl dönümünün kepaze edilmesi mevzusuna girmişken bir anekdotu da o günlerin canlı bir tanığından, birkaç ay evvel ahirete irtihal eden köy öğretmeni rahmetli dedeciğimden aktarmakta büyük fayda görmekteyim. Cennet-i mekân dedeciğim anlatırdı, İstanbul fethinin 500’üncü yıl dönümünün kutlandığı 1953 yılında öğrenciyken İstanbul gezisinde olduğunu ve fethin 500’üncü yıl dönümü kutlamalarına şahit olmuş kendisi… Kutlamalar esnasında askeri geçidin olduğunu ve askerlerin yaptığı heybetli yürüyüşün, bunlara ek olarak mehteran takımının İstanbul'u nasıl titrettiğini ve bu manzara karşısında orada bulunan her Türk'ün göğsünün haklı biçimde kabardığını, hep tarih kitaplarında okuyarak damarlarında hissettiği o fetih ruhunun o kutlamalarda da aradan 500 yıl geçmesine rağmen hala hissedildiğini anlatmıştı bana… Daha da önemlisi dedem, törenin sönük gösterilme çabalarına rağmen Türk insanının gönlündeki bu fetih ruhunu ve bu fethe dönük aidiyet duygusunun törpülenemediğini anlatmıştı bana… 

İşte o sinerji, o atmosfer milletlerin ruhlanmasının, inançlarını berkitmesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. 

Her ne kadar günümüze kadar Osmanlı, Selçuklu gibi başlıklarda cüretkarca adımlar atılamamış olsa da, Malazgirt Zaferi’nin 950. yıldönümünde ulaşılan nokta, Türkiye’nin varoluş kodlarından biri olarak Selçuklu ve Malazgirt bilincinin kamusal anlamda güçlü bir karşılığa kavuşması olmuştur ve nereden bakılırsa bakılsın, bu son derece önemlidir. Şimdi bu noktadan daha ileriye gitmenin yolları aranmalı, söz konusu olan Selçuklu ve Malazgirt bilinci nesnelleştirilmeli ve kalıcı hale getirilmelidir. Bu bağlamda yapılması gerekenler şunlardır:

 

1. Selçuklu’daki yeri başka olan İznik'teki Türk eserlerinden harap durumda olanlar bir an önce ihya edilmelidir. Hele ki Papa'nın konsil bahanesiyle İznik'e aşırı derecede ilgi gösterdiği böylesi bir süreçte bunun yapılması elzemdir. 

 

2. Yıllardan beri Malazgirt’in anlamını tahkim etmek için düşünülen ve tartışılan projeler raftan indirilerek yeniden ele alınmalı, yenileri tasarlanmalı ve Malazgirt eksen alınarak bölgenin bir kültür ve medeniyet merkezi haline getirilmesinin imkânları araştırılmalıdır. Hükümetimiz bu bağlamda her türlü imkanlarını seferber etmelidir. 

 

3. İznik Türk sanatının incelikleri ve çini medeniyetinin bizim için olan değeri ders kitaplarında işlenmelidir.

 

4. Malazgirt’in tarihî bir merkez olarak ihya edilmesi bağlamında şehir surları aslına uygun biçimde yeniden restore edilmeli, şehrin altına yatan tarihî kenti ortaya çıkarıp bir sonraki aşamada yeniden ayağa kaldıracak arkeolojik kazılar yapılmalı, Malazgirt’in çevresinden başlayarak Van Gölü havzasına yayılan geniş sahadaki tarihî miras gün yüzüne çıkarılmalı, surların içi boşaltılarak ovanın uygun bir yerinde yeni bir şehir kurulmalıdır. Malazgirt çevre ilçelerin de kendisine bağlandığı simgesel nitelikli bir il haline getirilmeli, çevredeki illerle yol bağlantıları en kuvvetli bir biçimde tesis edilmeli, ulusal ve uluslararası ulaşım trafiğine dâhil edilmeli, bunun için bir havalimanı yapımı şimdiden planlanmalı, nihaî kertede Malazgirt bütün mahrumiyetlerinden kurtarılmalı ve bütün olumsuz yüklerinden arındırılmalıdır. Malazgirt’e Malazgirt mirasına yaraşır bir üniversite kurulmalı, iş alanları oluşturulmalı, son kırk yılda bozulan bölgenin demografik yapısının restorasyonu için özellikle de şu ya da bu nedenle bölgeden göç etmiş olanlar geri dönmeye teşvik edilmelidir. Mesela yıllar evvel Doğu Anadolu'nun kalkınması için geliştirilen Doğu Anadolu Projesi (DAP) da bu bahaneyle tekrar faal duruma sokulmalı ve Malazgirt vesilesiyle başlatılacak tarih seferberliği de Doğu Anadolu Projesi’nin bir parçası haline getirilerek bölgenin hem iktisadî hem de rûhî bir kalkınması için çalışılmalıdır. 

 

5. İznik'teki Türk eserleriyle ilgili derli toplu bir belgeselin TRT veya Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanması sağlanmalıdır. Böylece İznik'in Türk tarihi ve kültüründeki yeri kamuoyu nezdinde daha iyi vurgulanacaktır.

 

6. Tablette/telefonda oynanabilen eğitsel strateji oyunu hüviyetinde olmak suretiyle “Malazgirt Strateji ve Tarih Oyunu” projesi üzerinde durulmalı, savaş taktiklerinin öğrenildiği görevler, Alparslan’ın beyleriyle istişare sahneleri, lojistik yönetimi, manevra planlamaları bu oyun projesinin içeriğini oluşturmalıdır. Bu oyun projesi okullarda tarih dersleriyle entegre kullanılabilir.

 

7. İznik şehir merkezine Süleymanşah'ın ve oğlu Kılıç Arslan'ın karşılıklı heykelleri veya büstleri yaptırılmalıdır.

 

8. Selçuklu Vakıf Medeniyeti ve Selçuklu Kitabeleri üzerine yeni projeler üretilmeli ve yayınlanmalıdır.

 

9. Avrupa'daki Selçuklu Araştırmaları ve yeni projeler yakından takip edilmelidir.

 

10. Selçuklu Kervansaraylarının evrensel bağlamdaki önemlerine vurgu yapan çalışmalar yapılmalıdır.

 

11. Selçuklu Medeniyeti üzerine yeni araştırma merkezleri ve enstitüler kurulmalıdır.

 

12. Selçukluların ilk başkenti İznik ile ikinci başkenti Konya arasında Selçuklu tarihi araştırmaları noktasında işbirliği yapılmalıdır. 

 

13. Selçuklu dönemine ait olan kayıp eserlerin dijital ortamda yeniden canlandırılması üzerine projeler geliştirilmeli, Selçuklu Mimarlık Envanteri ve 3B Restitüsyon Projesi üzerine çalışmalar yapılmalıdır.

 

14. Malazgirt’e dikilecek Alp Arslan anıtının onun şanına yakışır şekilde, büyük ve heybetli olması için en iyi malzemenin kullanılması, anıt ve heykele kübizm gibi sapıklıkların karışmasını önlemek için ciddî tedbirler alınması ve en büyük Türk hükümdarlarından biri olan Alp Arslan Çağı tarihinin yazdırılarak başlıca yabancı dillere çevrilmesi ve okul kitaplarında bütün Selçuklu tarihine daha çok yer verilmesi ilk yapılması gerekenler arasındadır. 

 

15. Anadolu’daki Selçuklu şehirlerini, hanlarını, kervansaraylarını, medreselerini, yollarını anlatan ve bir nev-i tarihsel coğrafya konulu bir dijital atlas projesi geliştirilmelidir. 

 

16. Doludizgin Malazgirt'in 1000.yıldönümü olan 2071 yılına emin adımlarla giderken Genelkurmayın, jeologların, meteorolojinin, Devlet Su İşlerinin ve ilgili bütün dairelerin reyleri alınarak Malazgirt savaşının yapıldığı ovanın kenarında “Alparslan” adıyla bir şehir kurmak, Plânlama Teşkilâtının teklif edeceği fabrikaları dikmek, bir üretme çiftliği ile hara yapmak ve 24 Oğuz boyunu canlandırmak için Alparslan şehrinin çevresinde 24 modern örnek köy kurarak Anadolu’ya köyler halinde dağılmış olan Oğuz boylarından seçme aileleri oraya yerleştirip fennî tarıma yöneltmek, pilot bölge denilen bir örnek kesim kurmak büyük bir elzemiyet içermektedir. 

 

17. Genç yazarların Selçuklu tarihini merkez alacak, başta Malazgirt olmak üzere Selçuklu dönemine damgasını vuran savaşları merkez alan roman, hikâye, çizgi roman üretmeleri için “Selçuklu Hikâye ve Roman Atölyesi” kurulmalıdır. Oluşturulan eserler dijital arşivde yayınlanır, seçilenler kitaplaştırılır. 

 

Yapılması gerekenler aynen bunlardır. Hep söylediğimiz gibi bir milletin beslenme ihtiyacı yalnızca karnını doyurmasını sağlayacak olması hasebiyle eski siyasetçilerimiz tarafından vaktiyle seçim meydanlarında vaat olarak sunulan ve sonrasında iktidar olunduğunda kısmen de olsa hayata geçirilmeye çalışılan GAP, DAP, Köykent gibi projelerle karşılanamaz. Tarihî ve manevî bir doyum gerçekleşemediği takdirde, kültürümüz, değerlerimiz korunup gelecek kuşaklara aktarılamadığı takdirde geçmişin büyüklüğünden hız ve ilham alamayacak ve daha büyük gelecekler için ümidini, hedefini ve atacağı adımları bilemeyecek, kestiremeyecektir. İşte bunun sonu da şüphesiz karanlığa gidiştir.

 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —