Hayat, bize çoğu zaman aynı manzarayı sunar; fakat o manzarayı nasıl gördüğümüz, iç dünyamızla şekillenir.
“Gönül gözüyle gördüğümüz kadardır bu dünya” sözünün taşıdığı anlam da tam burada başlar. Çünkü dünya, tek bir gerçeğe sahip değildir; insan sayısı kadar yorum, kalp sayısı kadar algı vardır.
Kimileri için bir damla su, küçücük bir ayrıntıdan ibarettir. Kimileri içinse o damla, koca bir okyanusu anlatır. Bakmasını bilen için sıradan görünen şeylerde bile bir hikâye, bir derinlik, bir anlam gizlidir. İnsan, taşıdığı umut, yaşadığı acı, tuttuğu yol ve kurduğu hayaller kadar görür hayatı.
Bir sokak köşesinde duran yaşlı bir ağacın gölgesi, kimi için sıradan bir detaydır; oysa bir başkası için çocukluğun sıcak yaz günlerine uzanan bir hatıradır. Birinin “ufak tefek” gördüğü bir iyilik, bir başkasının hayatını değiştirecek kadar değerlidir.
Belki de bu yüzden dünyayı değiştirmenin yolu, önce gönülden geçer. Kendi içimizi büyütmeden dışarıda büyük bir şey aramak, boşuna bir çabadır. Okyanusu görmek isteyenin önce kalbinde bir kıvılcım yanmalı, bir damlanın değerini anlamalıdır.
Çünkü bazen bir damla gözyaşı, bir damla sabır ya da bir damla sevgi, koca bir hayatı iyileştirmeye yeter.
Gönül gözü açık olanlar bilir: Asıl zenginlik dışarıda değil, içimizdedir. Dünya hep aynı dünya; fakat onu nasıl yaşayacağımız, neyi nasıl yorumlayacağımız tamamen bize bağlı. Bir damla sudan okyanus, bir anlık bakıştan ömürlük anlam çıkarmak; işte bu, bakışımızın derinliğiyle ilgilidir.
Sonuçta herkes kendi dünyasında yaşar.
Ve dünya, kimilerine gerçekten de bir damla sudur…
Kimilerine ise sonsuz bir okyanus.