Bulgar siyasetinin yapısı öyle figürler yaratıyor ki, onlar yalnızca kendi karakterlerini değil, tüm sistemin çarpıklıklarını temsil ediyor. Delyan Peevski de yıllardır bir politik aktör değil, bir belirti – medyanın, ekonomik güç ağlarının, korkunun ve siyasetin iç içe geçtiği bir düzenin ürettiği bir sonuç.
2013–2014 yılları, toplumun artık “yeter” dediği andı. Halk sokaktaydı, öfkeliydi, onun DANS başkanlığına aday gösterilmesini reddediyordu. Sonra birden… Peevski kayboldu. Sanki buhar olup uçmuş gibiydi – yurtdışı, tatil köyleri, sessizlik.
Geri döndüğünde artık aynı değildi:
Daha zayıf, daha hazırlanmış, daha hesaplı. Eski bir yüzün üzerine yapıştırılmış yeni bir maske. Bu yeni imaj ise kendiliğinden oluşmadı; tek bir ofiste, tek bir kişinin – Velislava Krăsteva’nın – eliyle özenle üretildi. Aynı kişi, yıllar önce NDK koridorunda ona “sakin ol, sakin ol” diye fısıldarken tüm ülke bir sorunun yanıtını arıyordu: Onu DANS için kim önerdi?
O günden sonra bu “sakin ol” fısıltısı, Peevski’nin tüm kariyerinin arka fonuna dönüştü. Görüntüsü parlatıldı, sorular filtrelendi, her adımı kontrollü hale getirildi.
Ama artık maske çatlıyor.
Maskenin Çatladığı An
Son haftalarda Peevski’nin kullandığı dil, özellikle etnik kimliği siyasi bir silah gibi sallaması, işte bu çatlağın en görünür işareti. Sabah yaptığı çıkışta “kardeşlerim” dediği Türkleri, Pomakları ve diğer toplulukları sanki kendisine aitmiş gibi sahiplenmesi, bir devlet adamından çok, eski tip bir güç simasının refleksi.
“Kim nefret ekerse nefret biçer” sözünü bir tehdit tonuyla söylemesi, yalnızca kötü bir siyasi üslup değil; toplumun en hassas sinir uçlarıyla oynayan tehlikeli bir mesaj.
Çünkü Peevski’nin bu dili temsil iddiası değil, kontrol arzusu üzerine kurulu.
Kimlik Üzerinden Siyaset Neden Hâlâ İşliyor?
Bulgaristan, “Vazroditelen Proses”in yaralarıyla gerçek bir yüzleşme yaşamadı.
Ne devlet resmî bir özür diledi,
ne arşivler açıldı,
ne de mağdurlar hukuken tatmin edildi.
Bu iyileşmemiş yara, her seçim döneminde tekrar tekrar kaşınan bir siyasi araç haline geldi. Dolayısıyla bugün Peevski’nin etnik kartı sallayabilmesi, bu yaranın devlet tarafından bilinçli biçimde açık bırakılmış olmasından kaynaklanıyor.
Yoksulluk ve Bağımlılık: “Oy Deposu”nun Gerçek Yüzü
Rodoplar’daki köyler, tütün üreticileri, ekonomik olarak unutturulmuş bölgeler… Tüm bu yerler yalnızca azınlık değil; aynı zamanda siyasi olarak bağımlı bırakılmış bölgeler.
Otuz yıl boyunca:
fabrikalar açılmadı,
tarım modernize edilmedi,
gençler için alternatifler yaratılmadı,
insanlar geçim kaynağı için siyasete bağımlı hale getirildi.
Bir toplumu yoksullaştırırsanız, onu yönetmeniz kolay olur.
Peevski’nin “benim insanım” derken kastettiği yapı da aslında bir temsil ilişkisi değil, bağımlılık ilişkisidir.
Gerçek Soru: Peevski Ne Yaptı?
Bugün Peevski Türklerin, Pomakların, Müslümanların hamisi gibi konuşuyor.
Peki gerçekte ne yaptı?
Vatan değiştirme sürecinin mağdurları için adalet sağladı mı?
Arşivlerin açılması için girişimde bulundu mu?
Tütün üreticilerinin yoksulluğunu çözebildi mi?
Kırsal kalkınma için adım attı mı?
Türkçeye yönelik saldırılarda açık bir tavır aldı mı?
Cevap net: Hayır.
Sadece güçlü laflar, kamera önünde verilen pozlar ve boş vaatler.
Bu nedenle bugün etnik kartı yeniden sallaması, güç gösterisinden çok zayıflığın işareti.
Sorun Peevski Değil: Sorun Sistemin Kendisi
Buradaki asıl tehlike Peevski değil; onu mümkün kılan düzen.
Medyanın tekelleşmesi,
Yargının siyasete bağlanması,
Ekonomik güç ağlarının politikaya yön vermesi,
Yoksulluğun siyasi araca dönüşmesi…
Bu koşullar devam ettikçe Peevski gitse bile yerine başka bir Peevski çıkar.
İsim değişir, mekanizma aynı kalır.
Toplum Değişti: Maske Artık Taşınamıyor
Bugün Peevski’nin dili eskisi kadar işe yaramıyor çünkü toplum değişti:
Sosyal medya korkuyu dağıttı,
Genç kuşak kimlik siyasetine teslim olmuyor,
Bilgi artık saklanamıyor,
İnsanlar alay ederek, sorarak, eleştirerek maskeyi düşürüyor.
Bu yüzden Peevski’nin son çıkışları bir güç gösterisi değil;
güç kaybının işareti.
Şiddet Değil, Israr: Demokrasi Böyle Gelir
“Kan dökülmeden demokrasi gelmeyecek” diyenlerin sayısı artıyor.
Bu cümle bir umutsuzluk işareti olabilir ama tehlikeli bir kaderciliği de taşıyor.
Kan dökülürse ilk kaybeden halk olur.
Etnik fay hatları kırılırsa kimse onları tamir edemez.
Gerçek demokrasi;
korkmayan gazetecilerden,
hakkını isteyen vatandaşlardan,
oyunu satmayan seçmenden,
kimliğinin pazarlık konusu yapılmasına izin vermeyen insanlardan doğar.
Bulgar toplumu bu eşiğe yaklaşıyor – belki de en umut verici olan da bu.
Maskelerin Düştüğü Bir Dönem
Bugün Peevski yüksek sesle konuşuyor, tehdit ediyor, toplulukları sahipleniyor, gövde gösterisi yapıyor gibi görünebilir.
Ama hakikat başka yerde:
Onu güçlü yapan şey korkuydu – korku azalıyor.
Onu susturan şey toplumun sessizliğiydi – toplum artık konuşuyor.
Siyasi maskeler bir kez çatlamaya başladı mı, geri dönüş olmaz.
Bu yüzden bugün mesele Peevski’nin ne dediği değil;
Bu ülkenin artık kimlikle yönetilmeye razı olmaması.
Ve belki de uzun yıllardan sonra Bulgaristan gerçekten yeni bir sayfanın eşiğinde.