Mehmet ALPTEKİN


Özgürlük Maskesi Altında Ölçüsüzlüğe Teslim Edilen Nesiller

Sorun, çocuklarda değil. Sorun, kendini çocuk ruhundan anladığını zanneden, ancak pedagojiden bihaber, sorumluluktan kaçan yetişkinlerde.


Özgürlük Maskesi Altında Ölçüsüzlüğe Teslim Edilen Nesiller

Misafirlikte üç yaşındaki çocuğun fırlattığı telefonla kırılan televizyon, babasının pişkin kahkahasıyla karşılanıyor. Pazar tezgâhında delik deşik edilen biberler karşısında annenin kayıtsızlığı, evimizin banyosunu çocuğun peşinden temizlemek zorunda kalmamızla devam ediyor. Komşunun bahçe lambaları kırıldığında ise aldığımız yanıt hazır: “Çocuğumdan daha kıymetli değil”.

Bu tablolar, günümüzde sıkça şahit olduğumuz, giderek yaygınlaşan bir ebeveynlik anlayışının yansımaları. Sorun, elbette çocuklarda değil. Sorun, kendini çocuk ruhundan anladığını zanneden, ancak pedagojiden bihaber, sorumluluktan kaçan yetişkinlerde.

Sosyal medyadan devşirilen, yarım yamalak öğrenilmiş birkaç kavramla kutsanan bu anlayış, bir “akım” halini aldı: “Sorunlu davranışları özgürlük sanan ebeveynlik”. Disipline “travma”, sınır koymaya “baskı”, her türlü müdahaleye “özgüven kırıcı” etiketini yapıştırdılar. Çocuğun her yaptığı; keşif, her istediği; emir oldu. Ebeveynlik, sevgi adı altında, tamamen çocuğun insafına terk edilen edilgen bir role dönüştü.

Oysa gerçekler çok farklı.

Çocuk merkezli olmak, her şeyi çocuğa bırakmak değil; onun iyiliği, güvenliği ve gelişimi için sağlıklı, tutarlı sınırlar çizebilmektir. Sınırlar, çocuğa güven verir; dünyayı anlamlandırmasını sağlar. Sınırsızlık ise kaygı ve ölçüsüzlük yaratır.

Özgürlük, başkalarının haklarını çiğnemek değil; saygı duyarak var olabilmektir. Evindeki eşyayı kırabilen, pazarcının emeğine zarar verebilen, komşunun malına el uzatabilen bir çocuk, özgür değil, sorumsuzdur. Ve bu sorumsuzluğun tohumlarını atan, o “sevgi” adına müdahale etmeyen ebeveynlerdir.

Ebeveynlik, sadece sevmek değil; yön göstermek, örnek olmak ve yaşına uygun sorumluluklar vermektir. Tuvalet temizliğini üstlendirmek, dağıttığını toplamaya teşvik etmek, “hayır” diyebilmek de sevgidir. Hatta belki de en zor ve en gerçek sevgi biçimidir.

Ne yazık ki, çocuklarımızı “özgürleştiriyoruz” sanırken, onları aslında ölçüsüzlüğe, bencilliğe ve doyumsuzluğa teslim ediyoruz. Topluma, hayata, başkasının varlığına karşı duyarsız, sabırsız, her şeyi kendine hak gören bireyler yetiştiriyoruz.

Unutmamalıyız: Çocuklar her zaman öğrenir. Ya sorumluluğu, ya sorumsuzluğu. Ve çoğu zaman bu dersleri okuldan, öğretmenden değil; evde, ebeveynlerinin her hareketinden, her suskunluğundan, her tepkisinden alırlar.

O yüzden mesele çocuk değil. Mesele, aynaya bakmaktan, “Burada benim payım ne?” diye sormaktan kaçınan yetişkinliktir. Gerçek sevgi ve özgürlük, sınırların ve sorumluluğun içinde yeşerir. Bunu unuttuğumuz an, yarının toplumunu hoyratça tüketen bireyleri bugünden yetiştirmeye başlarız.

Çocuklarımıza “istediğini yap” özgürlüğü değil, “yapma, çünkü başkası var” sorumluluğunu öğretme zamanıdır. Yoksa kırdığımız, televizyondan çok daha fazlası olacak.