Tarih bazen suyun izinde ilerler. Bugün yeniden tartışılan Volga–Don hattı aslında kimilerine göre 16. yüzyılda Sokollu Mehmed Paşa’nın zihninde filizlenmiş bir projeydi. Karadeniz’i Hazar’a bağlayacak bu kanal fikri, 1696’da Çar Petro tarafından yeniden gündeme getirildi. Coğrafyalar değişti, imparatorluklar yıkıldı, devletler kuruldu ama Hazar’ın etrafındaki güç hesapları hiç bitmedi.
Bugün ise hem tarihin hem siyasetin bir türlü tam olarak sahiplenemediği bu dev su kütlesi sessizce tükeniyor.
Adının Ağırlığı: Deniz mi, Göl mü?
Hazar’ın “deniz” olarak anılması bile başlı başına politik bir hikâye.
Doğal çıkışı olmayan bir su kütlesi teknik olarak göldür; bu tartışmasız bir coğrafi gerçek.
Ancak Rusya, uzun yıllar Hazar’ı “deniz” olarak tanıtmayı tercih etti.
Çünkü bu tanımlama, kıyıdaş ülkelerin haklarını farklı şekilde belirliyor; enerji sahaları, askeri varlık ve kanal kontrolü gibi konularda Moskova’ya geniş bir hareket alanı sağlıyor.
2018’de imzalanan anlaşma, beş ülkeyi bir masa etrafında topladı; ama Hazar’ın hukuki statüsü kadar kırılgan olan şey aslında kendisi: suyu, ekosistemi ve geleceği.
Enerji Savaşlarının Orta Yerinde Bir Deniz
Hazar, yalnızca jeolojik bir oluşum değil; aynı zamanda Orta Asya enerji denkleminde kilit bir sahne.
Azerbaycan’ın Şah Deniz’i, Kazakistan’ın Kaşagan ve Tengiz sahaları, Türkmenistan’ın dev rezervleri…
Hazar havzası bugün küresel enerji politikasında ağırlığı hissedilen bir merkez.
ABD, bölgede Rusya ve İran etkisini sınırlamak isterken;
Çin enerji güvenliğini sağlamak ve Kuşak-Yol güzergâhını güçlendirmek peşinde.
Türkiye ise Zengezur Koridoru’nun açılmasıyla Hazar kaynaklarının Avrupa’ya en hızlı ve en güvenli aktarım yoluna dönüşme fırsatını yakalıyor.
Ancak kritik soru şu: Hazar bu yükü daha ne kadar taşıyabilecek?
Kuruyan Bir Deniz Üzerine Kurulan Büyük Hesaplar
Hazar'ın çekilme hızı her yıl artıyor. Kıyı şehirleri geri çekilen denizin ardından boşluğa düşüyor, petrol ve gaz altyapıları kıyılardan uzaklaşarak işlevsizleşiyor.
Doğalgaz platformlarının sabitlenmesi zorlaşıyor, balıkçılık çöküyor, limanlar çalışamaz hâle geliyor.
Kuruyan tabandan yükselen tozların Aral Gölü felaketini yeniden yaşatma ihtimali ise her geçen gün büyüyor. Aral Gölü’nün kaderi hâlâ hafızalarda tazeyken, yeni bir ekolojik çöküşün orta yerinde büyük enerji projeleri konuşmak ironinin ötesinde bir yanılgı.
Hazar tükenirken bölge ülkelerinin gündemi genelde aynı: boru hatları, kanallar, askeri dengeler, ticaret yolları… Kimse denizin kendisini konuşmak istemiyor. Oysa bütün bu hesaplar, üzerinde yükseldikleri zeminin ayaklarının altından kaydığını fark etmiyor gibi.
Türkiye’nin Rolü: Köprü Mü, Tanık mı?
Türkiye için Hazar, enerji koridorlarının düğüm noktası. Zengezur Koridoru’nun açılması hâlinde Türkiye ile Türk dünyası arasındaki bağ güçlenecek; Avrupa içinse yeni bir enerji omurgası doğacak.
Ancak bu jeopolitik umutların geleceği, Hazar’ın kaderiyle doğrudan bağlantılı. Su seviyesi hızla düşerken, enerji taşımacılığının sürdürülebilirliği de tehdit altında.
Sorulması gereken soru şu:
Türkiye, Hazar'ın tükenişine sadece tanıklık mı edecek, yoksa bu denizin korunması için bölgesel işbirliğinin öncüsü mü olacak?
Son Soru: Haritalarda Mavi Kalan Şey, Gerçekte Ne Kadar Mavi?
Hazar Denizi, tarih boyunca projelerle, tutkularla, mücadelelerle anıldı. Sokollu’nun hayal ettiği kanal da, Petro’nun ısrarla savunduğu güzergâh da bugün hâlâ konuşuluyor. Fakat asıl mesele artık hangi su yolunun kimden geçeceği değil.
Asıl mesele, suyun kendisinin kalıp kalmayacağı.
Hazar’ın geleceği konuşulmadan yapılan her enerji hesabı, kum üzerine çizilen haritalara benziyor. Bir rüzgâr esiyor, her şey siliniyor.
Ve o rüzgârın yaklaşmakta olduğunu gösteren işaretler, suyun her yıl biraz daha geri çekildiği kıyılarda çoktan belirmiş durumda.




