Bir zamanlar bu topraklarda insanın sözü altın, vicdanı ölçü, komşuluğu ise namus sayılırdı. Bir selamın değeri vardı; kapı çalınca içeriden uzanan bir sıcaklık, bir tas çorba, bir sandalye çekme nezaketi vardı. Biz dadaşız derdik, mertliği omuzumuza değil kalbimize takar öyle gezer, öyle yaşardık. Peki şimdi ne oldu bize?
Ne oldu insanlığımıza, gururumuza, komşuluğumuza?
Ne oldu “hak” dediğimiz o kutsal terazinin kefesine?
Ne ara bıraktık bizi biz yapan bütün değerleri yolun kenarına?
Sokaklar artık selamı eksik, yüzler birbirine yabancı. İnsanlar suskun, kapılar kilitli, dillerde güvensizlik, yüreklerde hırs. Bir zamanlar komşunun çocuğu bizim çocuk sayılırdı; şimdi apartmanda yan dairede kim yaşar bilmiyoruz. Birinin derdine koşmak kahramanlık değil, neredeyse “saflık” sayılıyor. Hakkın yanında durmak ise tehlikeli bir lüks.
Biz ne ara bu hâle geldik?
Dadaşlık dediğin sadece cesaret değil; zulme dur demektir, mazlumun elinden tutmaktır. Yeri gelir ekmeğini bölüştürmektir, yeri gelir kendi hakkından vazgeçip komşusunun yüzünü güldürmektir. Ama şimdi… Şimdi insanlar birbirinin ekmeğine göz dikiyor, komşu komşuya selamı çok görüyor, kardeş kardeşe yük oluyor.
Hani insanlık?
Hani gurur?
Hani vicdanın ağır başlılığı?
Bizim gururumuz başkalarını ezmek değil, kimseyi ezdirmemekti. Şimdi ise herkes bir diğerini geçmek derdinde. Sözlerimiz sert ama kalplerimiz kırılgan; öfkemiz büyük ama adaletimiz küçük.
Belki de bizi tüketen hız oldu, hırs oldu, dünya telaşı oldu. Belki de en büyük kaybımız insanı unutmamız oldu. Birbirimize borçlu olduğumuz merhameti, anlayışı ve hakkaniyeti yitirdik. Sanki herkes kendi ateşini söndürmekten acizken başkasının külüne basıyor.
Ama şunu unutmayalım:
Dadaşlık ölmez, insanlık tükenmez; sadece uyur.
Uyandırmak ise yine bize, bu toprağın çocuklarına düşer.
Bir gün yeniden kapılar aralanacak, selamlar çoğalacak, hak yerini bulacak. Ama önce bir aynaya bakıp soracağız:
“Bizim dadaşlığımıza ne oldu?”
Ve işte o gün, bu soruya utanmadan cevap verebilmek için yeniden ayağa kalkacağız




