Rafet Ulutürk


BULGARİSTANDA KÜLTÜREL EROZYON: MEZARLARDAN CAMİLERE UZANAN SESSİZ YIKIM


“Bir milleti yok etmek istiyorsan, önce mezar taşlarını kır, sonra hafızasını sil.”

Toprak…
Kimi için sadece üzerinde yaşanılan bir alan; ama bir millet için, üstünde yükselen tarihin ve altında uyuyan ataların taşıdığı ruhun kendisidir. Bulgaristan’da ise bu ruh, yıllar içinde bilinçli bir şekilde silinmeye çalışıldı. Sadece insanlar değil, onların izleri de susturuldu.

Mezarlıklar: Taşlara Kazınmış Düşmanlık

Osmanlı’dan kalan binlerce mezarlık…
Bir kısmı tahrip edildi, bir kısmı yok sayıldı. Mezar taşlarındaki Türkçe kitabeler söküldü, kimi yerlerde dozerlerle yerle bir edildi. Bazı köylerde mezarlıklar çöplüğe dönüştürüldü, kiminde hayvan otlatıldı.

Türk’ün ölüsüne bile saygı göstermeyen bir anlayışın, sağ kalanına dost olmayacağı açıktı. Çünkü mezara yapılan, aslında hafızaya yapılan bir saldırıdır.

Camilere Vurulan Sessizlik

Rodoplar’dan Deliorman’a kadar uzanan yüzlerce cami…
Bir zamanlar ezan sesinin yankılandığı köyler bugün sessizliğe gömülü.

Camilere kilit vuruldu; bazıları depo yapıldı, bazıları “restorasyon” adı altında kimliğinden soyutlandı. Minareler ya yıkıldı ya susturuldu. Bu yapılara giren sadece tarih değildi; devletin korkusu da duvarlara sinmişti.

En acısı ise şu:
Bugün bazı camiler açık ama içi boş. Çünkü nesiller camiye değil, unutmaya alıştırıldı.

Mirasın Adını Değiştirmek

Türk mimarisinin en seçkin örnekleri bugün “Balkan mirası” diye sunuluyor.
Kervansaraylar, çeşmeler, köprüler…
Sanki sahip değiştirmiş gibi. Kimse onların bir Türk eseri olduğunu söylemeye cesaret edemiyor.

Oysa biliriz:
Taş yerinde durur, tarih susmaz.

Kültürel Erozyon Nedir?

Yalnızca yapıların yıkılması değildir kültürel erozyon.
Hatıraların susturulması, isimlerin unutturulması, geçmişin kötülenmesidir.

Bulgaristan’daki Türkler tam da böyle bir görünmez yok oluşa maruz kaldı.
Dahası, bu yok sayılmaya zamanla alışmak zorunda bırakıldı.

Artık Sorma Zamanı:

Bu topraklarda ne bıraktık?
Bizden geriye ne kaldı?
Ve en önemlisi: Daha ne kaybetmeye tahammülümüz var?