Suçlular hep azdır aslında. Bir avuç insan çalar, bir avuç insan satar, bir avuç insan yalan söyler. Ama o küçücük avuç, koskoca bir orduya dönüşür; çünkü milyonlarca susan, onların en büyük silahı olur.
Bir kavga gördüğünde kafanı çevirmek, haksızlığa uğrayanı görmezden gelmek, iş yerinde haksızlık olunca “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek… Bunların hepsi suçun başka bir biçimidir. Belki bıçak sallamıyorsun, belki çalmıyorsun; ama sessizliğinle o bıçağın daha çok sallanmasına, o hırsızın daha rahat çalmasına yol açıyorsun.
Korkuyoruz, tamam. Ama korku başka şey, sessizlik başka şey. Korku insani bir refleks, sessizlik ise bilinçli bir tercih. Çünkü sustuğun an, suçun tarafını seçmiş oluyorsun. O taraf da asla mazlumun, haklının tarafı olmuyor.
Ve bu toplumda öyle bir alışkanlık oluştu ki; artık herkes bir kahraman bekliyor. “Birisi çıksın da konuşsun” diyorlar. O “birisi” kim olacak peki? Sürekli başkasını işaret edersen, o kahraman hiç gelmez. Çünkü o kahraman aslında sensin, yan masada oturan, sokaktan geçen, susmamayı seçebilecek olan.
Tarih çok net yazar: Suçluların yanına susanların adını da ekler. Çünkü haksızlığa karşı susmak, adaletin tabutuna son çiviyi çakmaktır.
O yüzden unutma: Suçu işleyen kadar, susan da suçludur.