Parıltının Altı Çamur, Üstü Filtre

Parıltının Altı Çamur, Üstü Filtre

Son birkaç gündür vitrine bakıyoruz; lüks arabalar, pahalı tatiller, şampanya patlatan hayatlar… Ama vitrinin arkasında ya beden satılıyor ya da ruh tozla eritiliyor.

Son birkaç gündür Türkiye’de parıltılı hayatlara bakıyoruz. Sosyal medyada dönen videolar, story’ler, canlı yayınlar… Bir bakıyorsun herkes mutlu, herkes zengin, herkes özgür. Ama biraz perdeyi aralayınca manzara değişiyor. Parıltının yarısı fuhuş, diğer yarısı uyuşturucu. Geriye kalan da yalan.

Eskiler boşuna dememiş: “Her parlak olan altın değildir.” Biz altın diye bakıyoruz, meğer teneke. Ama teneke de değil; paslı, kirli, kokan bir şey bu. Lüks otellerin, marka çantaların, şatafatlı sofraların arkasında ya beden kiralanıyor ya da beyin kirleniyor.

Bir dönem “kolay para” diye bir masal anlatıldı bu memlekette. Çalışmadan, üretmeden, ter dökmeden… Bir gecede zengin olma hikâyeleri pazarlanıyor. Kimse de sormuyor: Bu paranın teri nerede? Çünkü ter yok. Ter olmayınca da utanma da olmuyor.

Bakıyorsun, dün kim olduğu belli olmayan biri bugün jet sosyete. Ne iş yapar, nasıl kazanır, hangi akılla bu hayatı sürer, kimse merak etmiyor. Çünkü biz artık sonucu seviyoruz, yolu değil. Arabaya bakıyoruz, direksiyona bakmıyoruz. Eve bakıyoruz, temeline bakmıyoruz.

Atasözü vardır: “Davulun sesi uzaktan hoş gelir.” Yaklaşınca ritim bozulur, ses çatlar, kulak tırmalar. İşte bu parıltılı hayatlar da öyle. Uzaktan “oh ne hayat” dedirtiyor, yakından mide bulandırıyor.

Bir kısmı bedenini pazarlıyor, bir kısmı beynini uyuşturuyor. Kimi geceyi satıyor, kimi gündüzü unutuyor. Ama hepsi aynı yerde buluşuyor: Boşlukta. Çünkü bu işlerin sonunda huzur yok, onur yok, yarın yok. Sadece daha fazlası var. Daha çok para, daha çok doz, daha çok karanlık.

Eskiden mahalle baskısı vardı derler. Şimdi mahalle alkışı var. Kim ne kadar ahlaksızsa o kadar “cesur”, kim ne kadar sınırı aştıysa o kadar “özgür”. Utanmak eskide kaldı. Vicdan ise antika oldu, müzede sergileniyor.

Bir fıkra anlatılır eskilerden:
Adamın biri gece yarısı sokakta anahtarını arıyormuş. Polis sormuş:
— Nerede düşürdün?
— Karşı sokakta.
— E niye burada arıyorsun?
— Orası karanlık, burada ışık var.

Bizim hâlimiz de bu. Ahlakı, emeği, onuru karanlıkta bıraktık. Işığın olduğu yerde; parıltının, şovun, şehvetin altında arıyoruz mutluluğu. Bulamayınca da daha çok arıyoruz. Aynı yerde, aynı yanlışta.

Bu çürümüşlük sadece yaşayanların suçu mu? Hayır. İzleyenlerin, alkışlayanların, “ne yapalım herkes böyle” diyenlerin de payı var. Çünkü kötülük en çok sessizlikten beslenir. Alkış sessizliğin yüksek seslisidir.

Eskiden “ayıp” vardı. Şimdi ayıp, ayıplayana kaldı. “Bana ne” kültürü yayıldı. Ama herkes şunu unutuyor: Toplum dediğin şey, tek tek “bana ne” diyenlerin toplamıdır. Sonra dönüp “Bu ülke niye böyle?” diye soruyoruz.

Bir eski söz daha vardır: “Çamur at izi kalsın.” Artık çamur atmaya bile gerek yok. Çamurun içinde poz veriliyor. Filtre basılıyor, müzik ekleniyor, beğeni sayılıyor.

Bu yazı kimseyi hedef almıyor ama herkesi işaret ediyor. Çünkü mesele isimler değil, düzen. Bu düzen parıltıyı ödüllendirip, emeği cezalandırıyor. Bu düzen, ahlaklıyı sıkıcı, ahlaksızı fenomen yapıyor.


Parıltıya aldanan göz, karanlığa alışır.
Karanlığa alışan vicdan da bir gün tamamen kör olur.

Ve kör vicdanın yaşadığı yerde, ne toplum kalır ne umut.



Haber Editörü

Hakan DİKMEN

hakandikmen30@gmail.com
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku