Gelin Bir Masal da Biz Anlatalım… “Yine Vuslat Başka Bahara”

Gelin Bir Masal da Biz Anlatalım… “Yine Vuslat Başka Bahara”

Gelin Bir Masal da Biz Anlatalım… “Yine Vuslat Başka Bahara”

Nasıl olsa bu sıralar; şehir dışından birileri, bavulunu toplayıp bu şehire geri dönüyor. Oysaki kimi birkaç yıl hiç uğramaz, arayıp sormaz, kim öle-kim kala bilmez ve hiç umursamaz ama birkaç yılda bir yapılan her hangi bir seçim rüzgârının esintisinde bir bakmışsın şehirde bitmiş ve “neler var neler” diye de milletin ağzına bal çalarak, kendi kabahatinin üstünü örter. Kimi kaçar adım gider bu memleketten, ardına dahi bakmadan ve giderken de söver de söver. Kimisi, kafa kâğıdına sadece doğum yeri olarak bu şehrin adını yazdırmıştır hasbelkader ve ölene kadar “Dadaş” ın ekmeğini yer ama bilmez, nedir Dadaş. Erzurum’un coğrafyadaki yerini sorsan “orada bir köy var uzakta” adlı okul şarkısı gelir aklına. Kimisi ise Toprakçıdır; bayramdan bayrama, ya yolu düşer bir mezar başına ya da öylesine işte. Sayalım mı, yeterli mi? Uzatmayalım ki kimsenin canı sıkılmasın ama ben okurum diyen çıkar ise ona sayfalar dolusu yollarım bu hikâyeden. Masal değil, hikâyeden… Nasıl olsa bu sıralar; hep birileri şehri dışından bize ağadır ki, paşadır ki, rehberdir ki, öğretmendir ki yollayıp duruyor. Biz bu toprak üzerinde yaşayanlar olarak hiçbir şeyden anlamayız ya! Cahiliz ya; Ne siyaset bilgimiz vardır bizim, ne eğitim görmüşlüğümüz. Ne ticaretten anlarız, ne de yol bilmişliğimiz… Maşallah şehrimizin kapısı da, pardon kapıları da türbe kapısı gibidir, tıpkı gönlümüz gibi; ne gelenlere git deriz. Ne de gidene kal… Bu yüzden kimin hangi kapıdan ne zaman geldiği de meçhuldür bu şehirde, gittiği de. O yüzden yıllardır ortalarda olmayanlarla karşılaştığımızda “hayırdır, kaç gündür nerelerdesin diye sormak adettendir” bizde. İşte böyle bir ortam içerisinde, ister istemez birileri de kendi gemisini bu şekilde çıkaracaktır bu sığ sulardan. Çünkü bu şehir; yüz yılların biriktirdiği kültür birikiminin sığ sularıyla kaplıdır da ondan. Ondandır, en uç ideolojilerin bu şehrin bağrından çıkması. Ondandır, bir birine zıt bütün fikirlerin bu şehrin caddelerinde kardeş kardeş dolaşmasının sebebi. Ama ne yazıktır ki; zamanın bayağı çok öncelerinde birileri tarafından fark edilmiş bu yumuşak karnımız. Ve ne hikmetse menfaat suları her kaynamaya, fokurdamaya başladığı zaman işte bu birileri tarafından da hep bilinçli olarak kaşıtılır “bu yumuşak karnımız”.  Sular durulduğunda da olan olmuştur, biten bitmiştir ve ne yazıktır ki giden de çoktan gitmiştir. Vuslat başka bahara der bekleriz sonra. Aslında bu senaryo bütün siyasi partiler için, bütün kurumlar için, hatta ve hatta bu şehrin sırtından nemalanan her kes için yazılmış ama belli bir zaman sonra senaryo olmaktan çıkıp masal dünyasında kendisine yer bulmuş ki o zamandan bu yana bu şehirde “bir varmış, bir yokmuş” diye anlatılır olmuş. Senaryo gereği mi diyelim o zaman, yoksa masal mı? Yok, biraz hikâyeden gidelim, sonra da masala dönsün, şimdilik ve bir siyasi partimiz üzerine gelsin bu sefer; Zamanın birisinde bu şehirde CHP diye köklü ve bir o kadar da kurumsal olan, ilkeleri olan, stratejileri olan, kendisine has misyonu ve vizyonu olan, projeleri olan bir parti varmış. Bu parti bir ara öyle şatafatlı zamanlar yaşamış ki Orhan Şerifsoy diye de, adı efsane olarak anılacak bir belediye başkanına bile sahip olmuş, o dönemde bu şehirde bayağı çok olan ve her taraftan şehrimizi kuşatma altına alan kokulu derelerin birçoğunun üzerini örtmüş ve şehrin gerçek manada kurulmasının temellerini bile atmış. Sonrasında bu derelerin üzerinden çok sular akmış, çok kokular salınmış bu şehrin üzerine ama şehir kendi yağıya kavrulmuş gitmiş. Gerçekten çok değerli isimler ağırlamış çatısının altında bu parti. Gerçekten bu değerli isimler ile de çok değerli hizmetler yapılmış bu şehire ama bu bahsettiğimiz parti menfaat rüzgârlarının ters esmesi üzerine bir zaman sonra her geçen gün erimiş, bitmiş ve günün birinde de yok olmuş gitmiş. Geriye sadece ve sadece tabelası ile arada sırada birilerinin çığırtkanlığını yaptıkları sık sık yer değiştirdikleri il binaları kalmış. Pardon, birileri bir şekilde onları da emlak sahibi yaptı, artık göçebe misali tabelaları elde dolaşmıyorlar, sabit bir yerleri var en azından. Sonrası mı? Sonrasında hep birileri gidip gelmiş bu partiye… Ve hep birileri gidip geldikçe de hep oy kaybetmiş, el değiştirmiş olmamış, yer değiştirmiş olmamış, hatta ve hatta halkın arasına girmiş olmamış. Hani derler ya adamda biraz da şans olacak diye. İşte o misali şansları bir türlü rast gitmemiş. Gel zaman git zaman, bu parti birkaç başkan ile el değiştirmiş; Ama nafile, her geçen gün de hem oy kaybetmiş, hem de taraftar. Öyle bir gün gelmiş ki bu partinin adını bile anmaz olmuşlar. İşte masalın asıl kısmı şimdi başlıyor;  bu CHP ye getirip bilmem nereli bir başkan atamışlar ve demişler ki; nasıl olsa bu şehir sesi olmayan bir şehir, kimseler bir şey demez diye. Nasıl olsa bu şehir gözü olmayan bir şehir, kimseler bir şey görmez diye. Nasıl olsa bu şehir kanaatkâr bir şehirdir, hakları buymuş ve haklarına da razı olurlar ve elbet bir gün bir yerlerden de “akraba çıkarlar” diyerekten. Bu başkan; eğitimci- yazarmış hem de, halkına Olympos dağının efsaneleri hakkında birçok masal anlatır dururmuş, ama anlattığı masallar sayesinde birileri bu sefer şehrin birçok yerinde bir zamanlar rahmetli Orhan Şerifsoy ’un bin bir özenle kapattığı kokan derelerden, yeniden kokular çıkmasına sebebiyet vererek, bu asırlık partinin dibine dinamit döşemeye başlamış. Masal bu ya; ötekileştirme işini de çok iyi yapanlar meydana çıkıvermişler işte bu an ve asıl amaçlarının ortalığı karıştırmak olduğunu bilhassa şu mübarek Ramazan da kaç defa şahit olduk. İşte bu aşamada hikâye ve masal bir birine karışmış ve CHP gibi güzide bir siyasi partimiz daha Ramazan’da yaşanan olumsuz birkaç adım sonrasında yok edilmeye gayret gösterilmiştir. Bu şehirde; CHP gibi bir partiyi sırtlayacak, başka bir veya birkaç tane birden Orhan Şerifsoy arama nezaketine giren bir düşüncenin, elbette ki bu şehrin insanları tarafından irdelenip sorgulanması gerekmekteydi, bu durumu görmezden gelme ve onlara hak ile şans tanıma lütfunu göstermemek gibi bir lüksümüzün olmadığı gibi, siyaset açısından da kimselerin çantasında keklik olmadığımızın bir işaretinin verilmesi gerekmekteydi. İşte bu aşamada Ayhan Beyin İstanbul’dan davet edilmesi, Murat Hocamızın dersten çıkarılması ve hatta Serhat Can Eş Beyin başka bir partiden çalınarak, CHP de bu şehrin sorunlarıyla hem hal edilmesi siyasetin en güzel manzaralarından birisidir. Elbette ki CHP de dâhil olmak üzere ve CHP üzerinden bütün siyasi partilere de sormak isteriz ki; alınganlık yapmadan ve kimseleri de küstürmeden, dışarından elinde bavul ile gelenlerin;  ister bu şehrin kendi insanı olsun, ister başka bir ilin nüfusuna kayıtlı insanı olsun, burada bulunanlardan farkları, ayrıcalıkları ve üstünlükleri nedir acaba? Bu şehirde yaşayan ve “şans tanınmayan” insanlarımızda olmayan, bavul elde gelen misafirlerimizde olan ne var acaba? Biz konuyu toparlamak açısından CHP ye dönelim ve ilimizin vekil adaylarımızdan başta Dr. Ayhan Koç beyefendi olmak üzere, Doç. Dr. Murat Ozan Beye ve Serhat Can Eş beye kısa bir soru yönelterek yolumuza devam edelim. Elbette ki siyaset farklı açıları ve kapıları olan bir kavramdır, bizler bu kavramın kimlere ne zaman neler kazandırdığı ve kaybettirdiği aşamasında çok şeyler gördük ve hatta yaşadık, birçoğunun faaliyetleri dahi hayallerinin yanından geçemez iken sizlerin bu masalsı yolculukta hayalleriniz nereye kadar? Diye sormayı içimizden geldiği için yazıp/sormak istedik. Bu sorumuz, her ne kadar dün akşam ki iftar programında birkaç arkadaşımızın “projeler” kısmında sorulan sorulara benzese de, sizlerin de; mevcut bu “cumhurbaşkanlığı” sisteminde projelerinizin olmayacağının-olamayacağının ve hatta doğrusunu söylemek gerekir ise olmasının da mümkün görünmediğini Ayhan Koç bey yapmış olduğu konuşmasında dile getirmiş oldu. Ayhan Koç Beyefendinin Erzurumlu olmasının, yapmış olduğu bürokratlığının veya hizmet amaçlarının ne olduğu ve hatta hatta eleştiri noktasında nerelere kadar tahammül sınırlarının olduğunu seçim zamanında göreceğiz ve bilhassa da takipçisi olacağız ve işte bu seçimde alınan oy düzey olarak, kim bu halkın neresinde göreceğiz.  İşte sorumuzda ki “hayalleriniz” de buydu. Ayhan Bey çok net bir dille “Erzurum’da Erzurumlu olup, Erzurumlu lar gibi yaşamak kolay, asıl zor olan İstanbul’da Erzurumlu gibi yaşamaktır” diyerek bizim de bam telimize basmış oldu maalesef. Ayhan Beyin, Murat Beyin ve Serhan Can Beyin elbette ki samimiyetlerine gerçek manada inanan insanlarız, aksi durumda zaten o olumsuz toplantılarda bulunmak gibi bir durumumuz da olmazdı. Ancak ortada olan bazı şeylerden dolayı, birlerinin bu şehirde CHP üzerinde oynadığı bu sıkıntılı oyunu da görmesinin şart olduğu gerçeğini unutmamak gerekmektedir.        Gerçi bu saatten sonra, şahsım olarak değişecek bir şey olduğunu zannetmiyorum; çünkü sizin kendi içinizdeki birilerinin,  o efsane başkanın üzerini kapattığı kokulu derelerin üzerini açarak çoktan su yüzüne çıkardığı aleni olarak görünmektedir. Millet İttifakının adaylarının; başta Ayhan Bey olmak üzere bu konuda gerçekten ellerinden gelen bütün gayretler göstereceklerine inancımız tamdır ancak; Dr. Ayhan Koç beyin ve diğer vekil arkadaşlarımızın gayretleri ne getirir, ne götürür bilinmez ama bilinen şey şu ki az da olsa CHP’nin bu şehirde ben de varım deme gayreti gösterdiğidir, Yoksa kimse gerçek mana da kimin nereli ve nereden geldiğine ve hangi amaç ile burada bulunduğuna da pek takılıp kalmıyor. Zaten öyle bir hakkı da yoktur, çünkü biz Misakı Milli nin ne olduğunu bilen ve ona inananlardanız. Evet, gördük; CHP bu şehirde bir şeyler yapmaya çalışıyor, varım diyor amma velakin masal bu şekilde bitmiyor, şimdilik kimselere gökten düşen elma falan da yok, dolayısıyla kimseler de mutlu olmadığı gibi, kerevete çıkmanın da bir mantığı görünmüyor. Yine vuslat başka bahara…

Haber Editörü

Dikmen Hakan

hakandikmen30@gmail.com
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku