Bir kötünün yanında bir iyiyi anlatalım o zaman (1)
Elbette gönül isterdi ki; elimizde bir sihirli değnek olsun ve hoşumuza gitmeyen hemen her şeyi anında değiştirelim ve şu üç günlük kavanoz dipli dünyada, gül gibi geçinip gidelim.
Hayali bile hoş ama mümkün olmadığını hemen hepimiz tecrübelerimiz ile bilmekteyiz.
Bizim korkaklığımız yüzünden, konfor yaşam alanımızın dışına çıkmama hastalığımız yüzünden; ilk başta şahsımız olmak üzere, çevremize verdiğimiz zararın farkında bile olmadığımız ise zaten apaçık ortada.
Değil mi ki “bana değmeyen yılan bin yaşasın” vecizi bu mantıkla çıkmış olsun…
Evet! Bana değmeyen yılan bin yaşasın…
Hep bu mantıkla yürütülen sözde çalışmaların (!) sonucunda, geldiğimiz nokta işte ortada.
Makamından çıkmayan, lay/lay/lom ile geçen günün yorgunluğunu, yine kurumun tesislerinde ve yine konfor yaşam alanının içerisinde veya özerkliği ilan edilmiş alanlarda özel olarak yaşamak varken; kim gidip te, birilerinin hayat kalitesini artırmak için çalışacakmış ki?
Kimin umurunda?
Az biraz çevrenize bakın görürsünüz kimlerden bahsettiğimi…
Şu millete veya şehire veya memlekete zerre faydası olmayan adamların (!) nerelerde mitil attığını çok net görebilirsiniz.
Bünyesinde bulunan imkânları, sadece kendi menfaatleri veya kendilerine o konfor alanını sağlayan ağa/babalarının veya yardakçılarının menfaatlerinin korunması noktasında kullanan; o amaçla hemen her türlü gayreti gösteren bu kafa yapısındaki adamlar (!), ne yazıktır ki bu halkın, bu şehrin ve bu vatanın en büyük asalakları olarak sırtımızdan beslenmeye devam etmektedirler.
Gerçek hayatta hiçbir baltaya sap olamamış bu tipler, mitil attıkları konfor yaşam alanlarının dışında zaten bir “hiç” olarak kalmaktadırlar.
Makamın zırhı, koltuğun sıcaklığı ve kanunun korumasına saklanan bu tipler için hayat; sadece ve sadece, menfaat basamaklarında saklı bir hazine olarak algılanmaktadır. Ne kadar çok basamak yukarı çıkar iseler, o kadar çok kazanacaklarını, büyüyeceklerini ve hatta başlarının göğe ereceklerini zannederler.
Etrafınıza bakın görürsünüz.
Muhakkak ama muhakkak bir tanesi gözünüze çarpacaktır.
İki güzel kelimeyi bir araya dahi getiremeyen bu tipler; ne yazıktır ki, temsil noktasında bu kadim halkı, bu kadim şehri ve bu kadim ülkeyi kendilerine benzetmeye devam etmektedirler.
Nereden çıktı bu şimdi diyenlerimiz olacaktır.
Geçenlerde bu genel kurul çalışmasına katılma imkânı buldum; divan başkanlığına getirilen şahsın hal ve hareketleri, çözüm noktası için konuşulan problemlere lakayıt yaklaşımı ve gayri ciddi tavırları, bende bir kez daha bu kadim halk ve bilhassa o genel kurul üyeleri açısından “eyvah, eyvah” dedirtti diyebilirim.
Sadece onunla kalınsa iyi ama neredeee…
Salonda bulunan başka bir STK temsilcisinin, divana seçilmediği ve kendisi yerine başka bir STK temsilcisinin seçilmesini kıskanarak, meşhur hastalığımız olan “küsme” ye tutulması ise komedinin başka bir boyutu olarak karşımıza çıkmış oldu.
Elbette ki biz bütün bu lüzumsuz işlere ve kişilere takılıp kalmıyoruz ama üzüldüğümüz nokta, gündemimizde bu tiplerimizden çok olmasıdır.
Biliyor musunuz? Her gün birkaç tanesini bu şehirden ayıklamaya kalksanız yıllar alır.
Emin olun bu noktadayız.
Durumumuz inanın bu kadar kötü, bu kadar vahim…
Peki, yok mu iyi olanlarımız?
Harbi adam gibi adam diye nitelendirebileceğimiz birileri!
Var elbette,
Ve
Bize düşen de bu insanlarımızı sırasıyla anlatmak olacaktır.
Bir kötünün yanında bir iyiyi anlatalım o zaman…
Hem de yarın başlayalım,
Ne kadar sürerse artık.