Türkiye’nin sokakları kalabalık, gündemi hareketli; fakat tüm bu gürültünün arkasında sessizce büyüyen bir sessizlik var: Evde kalan, hayata katılamayan, kendisini görünmez hisseden gençlik.
Ne okulda, ne işte, ne de sosyal yaşamda yer bulan bu kuşak; ekonomik krizlerin, eğitim sisteminin açmazlarının ve değişen toplumsal dengelerin tam ortasında sıkışmış durumda. Onları anlamadan, ülkenin geleceğini anlamak mümkün değildir.
Eğitimdeki Kopukluk: Başlangıç Noktasındaki Tıkanma
Bugün gençlerin karşı karşıya kaldığı sorunların ilk halkası eğitimde başlıyor.
Sınav odaklı, tek tip başarıyı ödüllendiren, bireysel farklılıkları yok sayan bir sistem…
• Öğrenciyi keşfetmeyen, sınıflayan bir anlayış,
• Nitelikten çok niceliği artıran bir yapı,
• Mezun ettiğini istihdama hazırlamayan bir model…
Gençler eğitim hayatı boyunca “hazır ol” çizgisinde bekletiliyor ama yarışa başladıklarında ayaklarının altındaki zemin bile sağlam değil.
Üniversite mezunlarının bile iş bulmakta zorlandığı bir ülkede, lise mezunları için tablo daha da karanlık.
Eğitim bir gelecek planı sunamadığında, gençlik evde kalıyor.
Çünkü dışarısı artık bir fırsat alanı değil; yüksek riskli bir belirsizlik.
Ekonomik Daralma: Umudun Önüne Çekilen Duvar
Türkiye’nin ekonomik çalkantıları en sert darbeyi gençlere vuruyor.
Her şeyin pahalandığı, kiraların uçtuğu, hayat standardının giderek düştüğü bir ortamda gençlerin ayakta kalması neredeyse imkânsız hâle geldi.
• İş bulmak zor,
• Bulunan iş iyi koşullar sunmuyor,
• Sunan işlere ulaşmak adeta piyango gibi,
• Genç işsizliği ise genel işsizliğin çok üstünde…
Ev genci olmak bazen bir tercihin değil, çaresiz bir zorunluluğun ifadesi hâline geliyor.
Ekonomik bunalım, yalnızca cebe değil, ruha da vuruyor. Umut kaybı, özgüven eksikliği, daha başlamadan biten hayaller…
Bütün bunlar gençleri hayattan koparan görünmez zincirler hâline dönüşüyor.
Psikolojik Gerileme: Sessiz Bir Çöküş
Evde kalan her genç yalnızca ekonomik değil, psikolojik olarak da ağır bir yük taşıyor.
Özellikle pandemi sonrası hızlanan dijital izolasyon, sosyal fobi, ilişkisel kırılmalar, depresyon ve kaygı bozuklukları gençlerin omzunda adeta taşlaşıyor.
Sosyal medya ise bir eşik:
Gerçek hayatta görünmez olan genç, ekranda başkalarının “mükemmel hayatları”yla yüzleşiyor.
Bu karşılaştırma, duygusal bir çöküşü tetikliyor:
• “Yetişemedim.”
• “Başaramadım.”
• “Geç kalmış gibiyim.”
Bu cümleler bir genç için yalnızca söz değil; yaşam motivasyonunu kemiren bir duygusal çürüme hâli.
Aile Baskısı ve Toplumsal Rol Karmaşası
Ev gencinin yükünü artıran bir başka unsur da aile ile toplum arasındaki beklenti uçurumu.
Geçmiş nesiller, bugünün koşullarını anlamakta zorlanıyor.
Gençten beklenenlerle gençlere sunulan fırsatlar aynı değil.
Ailelerin “okudun, büyüdün, artık çalışman lazım” söylemi karşısında genç:
“Çalışacak yer yok ki…”
“Yetişeceğim alan yok ki…”
“…ama ben nereden başlayacağım?”
Bu çatışma gençlerde suçluluk duygusunu artırırken, ev içi tartışmaların da kaynağı hâline geliyor.
Toplumun yüklediği roller ise tamamen eskimiş kalıplardan besleniyor.
Gençten çalışması bekleniyor ama fırsat yok; üretmesi bekleniyor ama zemini yok; var olması bekleniyor ama tutunacak dalı yok.
Ve genç, zamanla çekiliyor.
Evden çıkmayan, konuşmayan, umut etmeyen bir gölgeye dönüşüyor.
Sosyolojik Boyut: Kaybolan Aidiyet duygusu
Ev genci yalnızca kendi geleceğini değil, toplumla bağını da kaybediyor.
Bir gruba ait olamıyor, bir rol edinemiyor, bir değer göremiyor.
Toplum hızla değişiyor, fakat genç bu değişimin neresinde durduğunu bilmiyor.
Bu durum:
• toplumsal bütünleşmeyi zayıflatıyor,
• kuşaklar arasındaki uçurumu büyütüyor,
• giderek genişleyen bir “kaybolmuş gençlik” kitlesi oluşturuyor.
Ev genci meselesi bir birey sorunu değil, toplumsal bir kırılma alarmıdır.
Çıkış Yolu: Gençliği Kurtarmak Ülkeyi Kurtarmaktır.
Ev genci sorunu; eğitimle, ekonomiyle, psikolojiyle, aile yapısıyla ve sosyolojinin tüm dinamikleriyle bağlantılıdır.
Bu nedenle çözüm de çok boyutlu olmalıdır.
• Eğitimde reform değil, gerçek dönüşüm,
• İş gücü piyasasında genç odaklı fırsatlar,
• Psikolojik destek mekanizmalarının yaygınlaşması,
• Ailelerin bilinçlendirilmesi,
• Gençlerin yeteneklerine göre yönlendirilmesi,
• Devletin gençlik politikalarını samimi bir şekilde gözden geçirmesi…
Bunlar olmadan, ev genci meselesi yalnızca derinleşir.
Unutmayalım: Bir milletin gücü, gençlerinin enerjisiyle ölçülür.
O enerjiyi kaybeden bir toplum, geleceğini kaybetmiş demektir.
Necat KACAN
Eğitimci Araştırmacı Yazar